İspanya'da şiddetli seller, Florida'daki şiddetli fırtınalar ve Güney Amerika'daki orman yangınları… Bunlar dünya genelinde hızlanan ve yoğunlaşan aşırı hava olaylarının sadece birkaç örneği. Eylemsizliğin maliyeti her zamankinden daha açıkken, iklim değişikliğine neden olan fosil yakıtlara temiz alternatifler için finansman, bu yıl da gündemin en üst sıralarında.
Birleşmiş Milletler (BM) iklim raporu, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayi öncesi seviyelerin 1.5°C üzerine yaklaştığını teyit etti; bu da sera gazı emisyonlarında acil ve büyük kesintiler yapılmadığı takdirde dünyayı bu yüzyılda 2.6-3.1°C'lik felaket bir artışa sürükleyecek.
Harekete geçilmezse, giderek daha sık ve tehlikeli aşırı hava olayları olacağı tahmin ediliyor.
BM, küresel ısınmayı sınırlandırmak için gereken sera gazı emisyonu kesintilerini sağlamak üzere, gelişmiş ekonomiler ve en büyük emisyon yayıcılardan oluşan G20 grubunun öncülüğünde acil toplu eylem çağrısında bulunuyor.
Peki, Türkiye bu işin neresinde?
Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerini hem çevresel hem de ekonomik açıdan hisseden bölgeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. İklim kriziyle mücadelede stratejik bir konuma sahip bir ülke olarak sürecin tam olarak hangi noktasında olduğumuzu şu şekilde açıklayabiliriz: Sıcaklık artışı ve su kaynaklarının azalması gibi etkilerle karşı karşıyayız.
Kuraklık ve su kaynaklarının azalması özellikle İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yeraltı sularının kritik seviyelere inmesine sebep oluyor. Ani ve yoğun yağışlar, özellikle Karadeniz Bölgesi'nde sel felaketlerine yol açıyor. Sıcaklık artışı ve kuraklık, tarım verimliliğini düşürüyor. Zeytin, buğday ve diğer ürünlerin üretimi olumsuz etkileniyor. Özellikle yaz aylarında, Akdeniz ve Ege bölgelerinde daha sık ve şiddetli orman yangınları görülüyor.
Türkiye'nin sera gazı emisyonları, özellikle enerji, sanayi ve ulaşım sektörlerinden kaynaklanıyor. Türkiye, Paris İklim Anlaşması’na 2021'de taraf oldu ve 2053 yılına kadar net sıfır karbon hedefini benimsemişti ancak yenilenebilir enerji kullanımına rağmen kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtların tüketimi hâlâ yüksek…
Devlet yetkilileri, siyasi kimlikli kişiler ve konunun ilgilileri ülkede bu konuda çalışmaların hızla arttığını söylüyor. Rüzgar, güneş ve hidroelektrik enerji yatırımları, sanayi ve bina sektörlerinde enerji tasarrufu sağlamak için teşvikler uygulanıyor. Yeşil ekonomi ve sürdürülebilir kalkınma politikalarını benimsemeye çalışıyor. İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı (2011) gibi belgelerle iklim krizine karşı stratejiler geliştiriliyor.
İklim krizi sınırları aşıyor. Krizin çözümü, çok taraflı iş birliği ve duyarlılık. Fosil yakıt bağımlılığının yüksek olduğu, şehirleşme ve sanayi kaynaklı çevre kirliliğinin devam ettiği, politikaların uygulama aşamasında yetersiz kaldığı bir Türkiye, hazin sonuna adım adım yaklaşmaktadır. Türkiye'de bireyler ve sivil toplum kuruluşları, iklim krizine karşı farkındalığı artırmak için çalışmalar yapsa da toplumsal bilincin daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelesi, hem ulusal hem de uluslararası iş birliği gerektiriyor. Politikaların güçlendirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi bu sürecin başarısında en kritik noktalardan biri…